SERVET YILDIRIM / [email protected] – Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı başladı. İlk 100 yıla başlarken kişi başı gelirde Avrupa’nın en yoksulu, okuma yazma oranında en düşüğü, borçlulukta en yükseği bir ekonomi olarak başlamıştık. Parası pul olmuş, halkı yüksek enflasyon altında ezilen, sanayisi olmayan, kaynakları yabancıların elinde bulunan ve her alanda Avrupa’nın birkaç yüzyıl gerisinde kalmış işgal altındaki bir ekonomiydik.
Her ne kadar zaman zaman sıkıntılı dönemler yaşasak da ilk 100 yılda daha aydınlık ve daha müreffeh bir Türkiye yarattık. Çünkü Mustafa Kemal’in liderliğinde muazzam bir başlangıç yapmıştık. Meclisin kurulduğu 1920 ve Atatürk’ün öldüğü 1938 yılları arasında çok güçlü reformlar yapıldı. Cumhuriyeti taşıyacak kurumlar oluşturuldu, üretim tesisleri kuruldu, yasal düzenlemeler yapıldı. Savaş sonrası elimizde kalan sınırlar içinde yeni ulusal bir ekonomi oluşturuldu. Ve aynı zamanda Osmanlı’dan kalan borçlar son kuruşuna kadar ödendi.
Onlar nasıl büyüdü?
İkinci yüzyıla başlarken aynı zamanda bir muhasebe de yapmalıyız. Neyi eksik yaptığımızı görmek için geçen yüzyılda bizden daha başarılı olmuş ülke örneklerine, mesela büyüme hikayeleriyle son 100 yıla damga vuran Almanya, Japonya, Çin, Singapur, Finlandiya ve Güney Kore’ye bakmalıyız.
Bu ülkelerin hepsi İkinci Dünya Savaşı sonrası, özellikle 1955-1997 yılları arasında aralıksız uzun ve yüksek büyüme dönemi yaşadılar. Hepsi de ihracata dayalı büyümeyle parlak oranları yakaladılar. Hepsinde de imalat sanayiinin GSYH içindeki doğrudan payı yüzde 25’i aşıyordu. Elektronik, ulaştırma, tekstil ve mühendislik gibi dallar öne çıkmıştı. Almanya hariç tamamı elektroniğe yüklendiler. Sıçramayı da elektronik üzerinden yaptılar. Teknolojik derinleşmeyi, bilgi birikimini burada yakalayıp diğer alanlara uyguladılar. Hepsi imalat sanayiinde güçlü dünya markaları yarattılar. Fason ya da taşeron üretimin ötesine geçtiler. Araştırma geliştirmenin payını artırdılar, patent ürettiler. Ve bu ülkelerde devletler sanayi, kur ve ticaret politikaları ile firmalara uygun ortam yarattılar. Eğitim politikaları ile işgücünün niteliğini artırdılar. Ucuz finansmana erişimi sağladılar. İşgücü maliyetlerini aşağı çektiler.
Öncelikler neler olmalı?
Geçen hafta İstanbul Sanayi Odası’nın misafiriydik. Benim moderatörlüğünü yaptığım bir panelde “Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılı’nda Yeni Nesil Sanayi İçin Önceliklerimiz Neler Olmalı?” konusunu konuştuk. İlk 100 yılda zorlandığımız alanları ve aşamadığımız zorlukları tartıştık.
Bu zorluklardan birisi enflasyondu. Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hakan Kara paneldeki konuşmasında, “Enflasyon problemi Türkiye’nin önündeki en önemli engel. Bunu çözmemiz gerekiyor. Cumhuriyet tarihinde belli dönemler hariç hep yüksek enflasyonla yaşadık. Enflasyonu neden düşüremiyoruz, bunu düşünmeliyiz” dedi.
Hakan Kara’nın da işaret ettiği gibi enflasyonla yaşamaya alıştık. Böyle bir ortamda enflasyonu düşürmek için toplumsal mutabakat sağlamamız şart.
Aşmakta zorlandığımız diğer bir alan teknolojiydi. Her ne kadar sanayi sektörü, son yıllarda teknoloji yoğunluğu düşük olan sektörlerin ağırlıkta olduğu bir yapıdan orta ve orta-yüksek teknolojili ürünlerin üretildiği bir yapıya doğru evrilse de üretimde yüksek teknolojinin payı halen çok düşük.
Bundan dolayıdır ki, cumhuriyetin ikinci yüzyılında önemli hedeflerden biri ileri teknolojiye dayalı katma değerli üretimi artırmak olmalıdır.
Bu panelde de ortaya çıktı ki, hukukun üstünlüğünün söz konusu olduğu bir ortamda yeşil ekonomiye dayalı bütünsel kalkınma, teknoloji odaklı yüksek katma değerli üretim, Ar-Ge, tasarım ve dijitalleşme, verimlilik ve ölçek ekonomisi, nitelikli eğitim ve nitelikli insan gücü cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında önceliklerimiz olmalıdır.
İkinci yüzyıla girerken hamasetten uzak ama güçlü bir vizyon oluşturmalıyız. Ve herkesin gönülden paylaşacağı bu vizyona bizleri taşıyacak ayakları yere basan planlara ve kararlı uygulamalara ihtiyaç var.
Sanayinin öncelikleri
Sanayici perspektifinden ikinci 100 yılda sanayinin önceliğinin ne olması gerektiğini ise İSO Başkanı Erdal Bahçıvan anlattı. Panel öncesi yaptığı konuşmada Bahçıvan, “Cumhuriyetin yeni yüzyılında en önemli hedefimizin ileri teknolojiye dayalı katma değerli üretimi artırmak olması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Küresel ölçekte büyük değişimler yaşanırken, bir yandan da dijitalleşme ve yeşil dönüşümün üretim teknolojilerinde sağladığı gelişmeler dolu dizgin ilerliyor. Teknoloji odaklı üretimin önemi artıyor. Bu sebeple küresel anlamda rekabetçi olabilmek için sanayinin, daha yeşil, daha döngüsel ve daha dijital bir yaklaşımı benimsemesi gerekiyor” dedi. Herkesin üzerinde anlaşacağı bir hedef bu.
Sanayici hedefini ve önceliklerini belirledi ama hedeflere ulaşılması noktasında devlete önemli roller düşüyor.
Panelde konuşan Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şevket Pamuk’un dediği gibi: “Modern sanayi dediğiniz şey aslında insanlık tarihinde yeni bir şey, 200 yıllık bir tarihi var. Bugün geri dönüp baktığımızda son 200 yılda sanayileşmede başarılı olmuş her ülkede başarı, özel sektörle devletin iş birliği sayesinde mümkün olmuş. Devletin başarılı bir iş birliği yapmadığı, yapamadığı yerlerde başarı mümkün olmamış… Önümüzdeki dönemde Türkiye’de de daha sanayide daha başarılı daha olumlu bir yere geleceksek, bu özel sektörle devletin iş birliği ile mümkün olacak diye düşünüyorum.”